Ana Sayfa DERSLER SİYER Allah Rasulü’nün Son Günleri

Allah Rasulü’nün Son Günleri

313
0

Rasul-ü Ekrem ( SAV ) 632 yılında putlardan temizlenmiş olan Kâbe de yapacağı ilk ve son Hac görevi için yani Veda Haccı için Mekke’ye gelmiş ve orada hepimizin bildiği o ünlü konuşmasını yani Veda Hutbesini irad etmişti. Veda konuşmasında birçok konuya değindi ve ardından son cümle olarak yüzünü semaya çevirip;

“Allah’ım Tebliğ ettim mi?” dedi. Binlerce insan bu soruya cevap olarak;

“Allah için evet, tebliğ ettin” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Allah Resulü üç defa

“Allahım şahit ol ” dedi.

Veda Hutbesinin sonunda söylemiş olduğu bu cümleyle aslında peygamberlik görevinin tamamlanmak üzere olduğunu haber veriyordu.

Allah Rasulü’nün Veda Haccından Medine´ye dönmesinden kısa bir süre sonra sağlığı bozuldu. Artık yol hazırlığını görmeye başlayan bir yolcu gibiydi. Uhut şehitliğini ziyaret ediyor, şehitler için dua ediyor, onlara kısa bir süre sonra kavuşacağını söylüyordu. Yine bu günlerde sıkça Bâki Kabristanına gidiyor, oradakilere dua ediyordu. Bir seferinde azatlı kölesi ibn Müveyhibe ile birlikte, sabahın erken saatlerinde Bâki Kabristanına gitti. Ona;

— Bana bu dünya hazinelerinin anahtarı, bu dünyada ölümsüzlük ve ardından cennet sunuldu. Bununla Rabbime ve cennete kavuşma arasındaki seçim bana bırakıldı. İbn Müveyhibe;

— Ey Allah’ın Resulü birinciyi seç ne olursun dedi. Peygamberimiz;

— Ben Rabbime ve cennete kavuşmayı seçtim dedi.

Bunun gibi nice örnekler onun yol hazırlığına başladığının işaretiydi.

27 Mayıs 632 günü başında şiddetli bir ağrı ile sarsıldı. On üç gün sürecek olan hastalığı bu baş ağrısı ile başladı. Hz Aişe’nin odasına geldiğinde Hz Aişe de başının ağrıdığından şikâyet edince, Efendimiz:

“Asıl benim başım, asıl benim başım” dedi. Orada yattı ve bir süre uyudu.

Bu baş ağrısı ve şiddetli ateş onu iyice sarsmıştı ama asla bilincini kaybetmemişti. Artık Arkadaşlarının kollarında namaza çıkıyor ve namazları oturarak kıldırıyordu. Hastalığının beşinci gününde Hz Meymune’nin odasında iken diğer eşlerinden de helallik alarak, Hz Ali ve Hz Abbas’ın kollarında, vefat edeceği güne kadar kalacağı Hz Aişe’nin odasına gitti.

Ertesi gün bir miktar ferahlarım ümidiyle Medine´de bulunan yedi kuyudan su alınıp bir kaba konulmasını ve ağzının hemen kapatılarak getirilmesini istedi. Hz Hafsa’ya ait olan büyükçe bir leğenin içine oturdu ve getirilen sular Efendimiz´in başına dökülmeye başlandı. Biraz ferahlamıştı. Elbiselerini giyindi Hz Ali ve Fazl´ın kolunda mescide gelip minbere çıkıp oturdu. Daha sonra:

— Ey insanlar, kimin arkasına vurmuşsam işte arkam gelsin vursun. Her kimin alacağı varsa, işte malım gelsin alsın, dedi.

Kimsenin bir iddiası olmadı. Öğle namazını kıldırdı ve tekrar minbere çıktı, aynı sözleri söyledi. Bu defa bir adam kendisinden üç dirhem alacağı olduğunu iddia etti.

Efendimiz:

— Ben seni yalanlamam, yeminde vermem fakat borcum neden dolayıdır, diye sordu. Adam:

— Ya Nebiyyallah filan gün bir adam geldi ve senin emrinle, ona üç dirhem verdim.

Adamın bu sözü üzerine kendisine üç dirhem hemen ödendi. Sonra Allah Rasulü istirahata çekildi.

Yine aynı gündeydi. Sevgili Peygamberimiz bazen yüzüne bir örtü örtüyor, bunaldığı zaman onu yüzünden kaldırıyordu.

Vefat etmeden önceki Perşembe günü akşam namazını kıldırdı. İki Cihan Güneşinin son kıldırdığı namaz bu oldu. Yatsı namazını kıldırmak için kendinde güç bulamadı biraz hafiflemek ümidiyle yıkandı ayağa kalkmak istediğinde gücü yetmedi ve kendisinden geçti.

Kendine gelince:

“İnsanlar namazı kıldılar mı?” dedi.

“Hayır, Ya Nebiyyallah, seni bekliyorlar.”

Bu cevap üzerine ikinci defa yıkandı ama yine ayağa kalkamadı ve kendinden geçti. Üçüncü defa yıkandı ama yine kendinden geçmişti. Artık iyice gücü tükenmiş ve namazı kıldıramayacağı anlaşılmıştı. Kendine gelince:

— Ebu Bekir’e söyleyin, halka namazı o kıldırsın, dedi.

Hz Aişe:

— Ya Nebiyyallah babam Ebu Bekir pek ince duygulu bir insandır. Namaz kıldırma işini Ömer’e verseniz olmaz mı dedi. Efendimiz birinci emrini tekrarladı.

Sonra Hz Hafsa da Hz Aişe’nin isteği üzere namazı Ömer’in kıldırması yönünde ısrar edince daha sert bir ifade ile namazı Ebu Bekir’in kıldırmasını emretti.Bu emir Ebu Bekir’e iletildi. Hep Allah Rasulünün arkasında namaz kılmaya alışmış olan Ebu Bekir mihraba geçip namazı kıldırmaya başladı. Ama Allah Rasulünün mescide bile çıkamaz durumda olduğunu düşününce ağlamaya başladı ve namaza devam edemedi. Bu durum peygamberimize iletilmek istendi ama o kendinden geçmiş bir vaziyetteydi İçerden birisi o halde Ömer kıldırsın dedi. Mihraba Hz Ömer geçti ve namazı kıldırmaya başladı. Ömer´in gür sesi Allah Rasulünü kendine getirdi.

“Bu Ömer´in sesi değil mi?” dedi.

Odanın perdesini kaldırdı “Ebu Bekir’e söyleyin namazı o kıldırsın dedi. Hz Ebu Bekir bu sefer mihraba geçip namazı kıldırabilmişti.

Bu olay Allah Rasulünün, son anına kadar iradesine hâkim olduğunun ve hiçbir zaman bilincini kaybetmediğinin ve kendisinden sonra Müslümanların başına geçecek olan kişiye işaretin bir göstergesi olarak hep anlatılmıştır.

Ertesi gün yani Cuma günü Hz Ebu Bekir mihraba geçip, namaza durmuştu. Rasulullah Efendimiz kendisini bir miktar iyi hissedince Hz Ali ve Abbas’ın kollarında mescide çıktı. Ebu Bekir O´nun geldiğini anlayınca namazda imamlığı ona bırakmak istedi, ama Allah Rasulü onun yerinde kalmasını işaret ederek kendisi de Ebu Bekir’in sağ tarafına oturup, onun imamlığında namazını kıldı. Sonra Allah Rasulü arkadaşlarının kollarında minbere kadar götürüldü ve minberin ilk basamağına oturdu. Onlara:

— Allah Teâla bir kulunu dünya hayatı ve nimetiyle, kendi yanındaki ahiret hayatı ve saadeti arasında muhayyer kıldı. O kul da Allah’ın yanındakini tercih eyledi. Dedi.

Allah Rasulü’nün bu sözlerinden vefatının yakın olduğunu anlayan Hz Ebu Bekir ağlamaya başladı. Bunun üzerine Allah Rasulü Hz Ebu Bekir’i öven bir konuşma yaptı. Konuşmasının devamında Ensarı ve Muhaciri öven cümleler söyledi. Kendisinin Rabbine kavuşacağından, ashabının da kendisine kavuşacağından bahsetti. Onlarla Kevser Havuzunun başında buluşacağını söyledi. Bu konuşma O’nun bu mescitte yaptığı son konuşmaydı. Ashabı bundan sonra Onun mübarek sesini bu mescitte bir daha duyamayacaktı.

Bundan sonra Pazartesi gününe kadar hastalığı bir hafifledi bir şiddetlendi. Baş ağrısı ve şiddetli ateş onu çok yormuştu. Artık namazı kıldıramıyor, cemaate imamlığı Hz Ebu Bekir yapıyordu.

Rebiyülevvel ayının 12 sine rastlayan Pazartesi günü sabahıydı. Halk namaz kılmak üzere saf halinde dizilmişlerdi. Rasul-ü Ekrem Efendimiz iki kişiye dayanarak ayağa kalktı ve odasının penceresini açtı. Ashabını son bir defa seyrediyordu. Gördüğü manzara karşısında son derece memnuniyet duyarak gülümsedi. Yıllardır insanları Allah’a iyi bir kul yapabilmenin en güzel mücadelesini vermişti. Şu anda ise Muhammet ümmetinin en hayırlı gurubunu temsil eden bu insanlar, büyük bir ihlâs ve samimiyetle Allah’a ibadet etmek üzereydiler.

Allah Rasulünü gören Ashab-ı Kiram’ı büyük bir sevinç kapladı, çünkü O, aralarına gelmek üzereydi. Hz Ebu Bekir mihraptan çekilmeye başladı ama Efendimiz onun yerinde kalmasını işaret etti ve perde indirildi. Bu Allah Rasulü´nün arkadaşları tarafından son görülüşüydü. Daha sonra Enes Bin Malik “Onun yüzünü hiç bu kadar güzel görmemiştim” diyerek bu anı bize anlatmıştır.

Efendimiz yine arkadaşlarının kollarında yatağına yatırıldı. O gün sevgili babasını görmeye gelen Hz Fatıma, daha mecalsiz daha bitkin bir durumla karşılaştı. Efendimiz elini yanında bulunan çanaktaki suya batırıyor, yüzüne sürüyor ve “La İlahe İllallah, ölüm hastalığının verdiği sıkıntılar var” diyordu.

Onun bu halinden dolayı ağlamaya başlayan Fatıma’ya Allah Rasulü “Kızım, baban bu günden sonra hiç acı çekmeyecek” demişti.

İhtimal ki yine o gün, Peygamber Efendimiz kızına yakın zamanda öleceğini bir sır olarak haber vermişti de kızı Fatıma ağlamaya başlayınca onu teselli etmek için yanına çağırıp kulağına “Ailem içinde bana ilk kavuşacak olan sensin” diyerek, onun gülümsemesini sağlamıştı. Ve gerçekten de öyle olmuştu…

Vefatından birkaç saat önce hastalığı iyice hafiflemişti. Sevgili eşi Aişe validemize “Bir miktar para vardı onu ne yaptınız?” diye sordu. Çünkü daha önce o parayı sadaka olarak vermelerini emretmişti. Hz Aişe unutmuş olmanın, vermiş olduğu üzüntüyle hala evde durduğunu söyleyince, biran önce o parayı fakirlere vermelerini emretti. 6-7 dirhem gümüşten ibaret olan paranın fakirlere dağıtıldığı haberi gelince sevinmiş ve “İşte şimdi rahatladım” buyurmuştu.

Bu sırada Hz Aişe Efendimiz’in arkasına oturmuş, Efendimiz de onun göğsüne başını yaslamıştı. Hz Aişe Felak ve Nas Surelerini okuyor, Efendimiz’in eline üflüyor ve elini tutarak Onun vücuduna sürüyordu. Bu arada da Allah’tan şifa dileyerek dua ediyordu.

Efendimiz ara sıra kendine geliyor ve “Namaza devam edin, elinizin altında bulunan kölelerinizin hukukuna riayet edin, hanımlarınızla hoş geçim yolunu tutun” diyordu.

Bu sırada Hz Ebu Bekir’in oğlu, Hz Aişe’nin kardeşi Abdurrahman içeri girdi. Allah Rasulü’nün mübarek gözleri onun elindeki misvaka takıldı.

Hz Aişe :

— Arzu eder miydin ey Allah’ın Peygamberi? dedi

Efendimiz’in evet anlamına gelen bir işaret yaptığını görünce, misvakı aldı ve Ona verdi. Fakat misvak kuruydu.

— Islatayım mı? Dedi.

“Evet” cevabını alınca, misvakı alıp kendi ağzıyla ıslattı. Efendimiz’e verdi. Efendimiz bir süre dişlerini misvakladı, gücü tükendi ve kendinden geçtiğinde misvak elinden düşmüştü.

Başı Hz Aişe’nin göğsünde olduğu halde kendinden geçti, bir süre sonra kendine geldiğinde “Kendilerine nimet verdiklerinle beraber olmayı dilerim: Peygamberlerle, Sıdıklarla, Şehitlerle, Salihlerle” dediği duyuldu. Hz Aişe o zaman kesin olarak, Allah Resulünün vefat etmek üzere olduğunu anladı ve demek ki “artık bizi değil, ahiret yurdunu tercih ediyor” demişti.” “Hiçbir peygamber, cennetteki yeri gösterilmeden ve yaşamakla ölmek arasında bir seçim kendisine sunulmadan ölmez” dediğini de hatırlıyordu.

Kâinatın Efendisi mübarek gözlerini semaya çevirdi, şahadet parmağını kaldırdı ve “Allahümme errefika-l a’la” cümlesi son olarak döküldü mübarek dudaklarından. Bu cümleyi üç kez tekrarladı.

Allahım! EN YÜCE DOST’U arzu ediyorum!…

Allahım! EN YÜCE DOST’U arzu ediyorum!…

Allahım! EN YÜCE DOST’U arzu ediyorum!…

Bunu demesiyle birlikte mübarek eli düştü, göğsünden boşalan son nefes, bir daha geri girmedi. Mübarek Ruh-u Şerifleri kendini âlemlere rahmet kılan Rabbü-l Âlemine yüceldi. Mübarek bakışları âdete “Makam-ı Mahmud’a” kadar uzanıyordu. Mutlu kavuşma gerçekleşmişti.

Başını göğsüne dayadığı en sevgili faniden, gönlünün daima bağlı bulunduğu EN SEVGİLİ BAKİ’ye ulaştığında tarih 8 Haziran 632’yi gösteriyordu. 12 Rebiyyülevvel Pazartesi günü Güneşin tepeden aşıp zevale döndüğü öğlen ezanının okunmasına az bir vakit kala ruhunu Allah’a teslim etmiş ve artık zaman durmuştu.

O’nun ruhunu teslim etmesiyle birlikte artık boğazlardaki düğümler çözülmüş, gözlere yaşlar hücum etmişti. Herkes olanı idrak etmeye çalışıyor olanı idrak ettiklerinde de artık kendilerine doya doya ağlamak düşüyordu.

O koca Ömer kendini kaybetmiş, elinde kılıç “Muhammet öldü diyenin kellesini uçururum” naralarıyla mescitte ayakta bekliyordu. Hz Ebu Bekir geldi Efendimiz’in yanını girdi, örtüyü kaldırdı yüzünü öptü

— Anam babam sana feda olsun Ey Allah’ın Nebisi, hayatında güzeldin, vefatında yine güzelsin. Allah’a yemin olsun ki Yüce Mevla Sana ikinci bir ölümü tattırmayacaktır, dedi ve örtüyü kapattı.

Dışarı çıktı İnsanları ve özellikle de Hz Ömer’i “Dikkat edin içinizde Muhammed’e ibadet eden varsa bilsin ki O ölmüştür. Kim ki Allah’a ibadet ediyorsa bilsin ki Allah diridir ve asla ölmez” ayetiyle teskin etti.

Peygamber Efendimiz’in yıkanma işi Hz Ali tarafından yapıldı. Elbisesi soyulmadı. Ona Hz Abbas, Fazl, Kusem ve Üsame yardım etti. Yıkanma işi bittikten sonra Efendimiz´in mübarek vücudu odada bir süre yalnız bırakıldı. Daha sonra ilk başta yakın akrabaları olmak üzere sırayla erkekler, kadınlar, çocuklar ve köleler cemaatsiz olarak tüm Medine halkı cenaze namazını kıldı.

Hz Ebu Bekir “Bir peygamber nereye gömülecekse Cenab-ı Hak onun ruhunu orada alır” hadisini hatırlattı ve bunun gereği olarak Ebu Talha tarafından son nefesini verdiği yere kabri kazıldı. Burası Mekke’den geldiği zaman devesi Kusva’nın ilk çöktüğü yer idi. Eski bir kadife örtü kabrin içine serildi. Hz Ali, Abbas, Fazl, Kusem ve Şükran indiler, Efendimiz’in mübarek vücudunu kabrin içine büyük bir hürmetle yerleştirdiler. Kabrin üzeri örtüldüğünde Çarşamba gecesinin yarısı geçmiş bulunuyordu.

Ne mutlu O’nu anlayabilene ve O’nu örnek alabilene…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazınız!
Lütfen ad-soyad bilginizi girin